30 Mayıs 2011 Pazartesi

BEN SANA MECBURUM / ATİLLA İLHAN

BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburun sen yoksun

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun

Belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin

KYNİKLER OKULU

Kynikler (Kinikler) Okulu Nedir?Sokrates'in ölümünün hemen ardından öğrencileri bazı okullara ayrıldılar. Bu okullardan birisi olan Kuzey Afrika'daki Kyrene kentinde Aristoppos'un kurduğu Kyrene okuluna kısaca değinmekle yetinmiştik. Bu okulun yanında bir de yine Sokratçı olan Atina'daki Antisthenes'in okulu bulunmaktadır. Bu okula Kyniklef (Kelbiler) Okulu demek alışkanlık olmuştur.

Sokratçıların ilgilendikleri başlıca iki konu vardı: Sokrat'ın öğrencileri öncelikle mutluluğun ne olduğunu ve nerede bulunduğu bilmek istemişlerdi. Hepsinin gözünde hocaları Sokrat bilge ve mutlu bir insan modelidir. Fakat Sokrat'ın kendisinin yaşadığı yaşam biçimiyle ulaştığı bu mutluluğun özelliği nedir?

Sokratçıların birinci ana sorunu budur. Sokrat gerçek mutluluğa erdem yolundan ulaşmıştı. O halde erdem, bir başka deyişle mutluluk gerçek bilgiye dayanır. Bu nedenle mutluluk, gerçekten neyin istenmesi ve neyin istenmemesi ya da gerçekten neden korkulması ve neden korkulmaması gerektiğini bilmektir. İşte Sokratçıları ilgilendiren ikinci konu da bu bilgi sorunudur.

Aristippos ve Antisthenes'in okulları bu iki soruyu hemen hemen aynı yönde cevaplandırırlar: Evreni değil de insanı kendisine konu yapan bilginin gerçek bilgi olduğu görüşü, her iki okul tararından da benimsenmiştir. Her iki okul "kendini bil" varsayımını kendilerine rehber edinmiştir. Her iki okul için de mutluluk, ancak bireyin mutluluğudur. Bir şeye bağlı olmayan, yalnızca kendine dayanan bir insan, gerçek mutluluğa ulaşır.

Her iki okula göre de üstad Sokrat bu ideali kendi kişiliğinde tam anlamıyla gerçekleştirmiştir. Öteki konularda bu iki okul biri ötekinden farklı düşünür. Söz gelişi Aristippos mutluluğun, hazzı elde etmek ve elemden kaçmakta bulunduğuna inanır. Ancak bu sorunun kritik bir yanı vardır: Haz ve elemin sınırları birbirine çok yakındır. Bir haz belli bir derecede hemen eleme dönüşebilir.

O halde sonuçta eleme dönüşmeyen, pişmanlık yaratmayan hazları elde etmeye çalışılmalıdır. Her tutkuyla yaşanmış haz, sonunda eleme dönüşür ve böyle bir haz insanı eninde sonunda tutkuya köle yapar. Bunun içindir ki erdemli bir insanın ulaşmak istediği a-maç, akıllıca yaşama becerisidir.

Sokrat'ın yaşamı, bu ustalıklı yaşam sanatının en canlı örneğidir. Böylece Kyrene okulu Sokrat'ın mutlulukçuluğundan (Eudaimonizm) bir hazcılık (Hedonizm) çıkarmıştır. Kyrene okulunun bu hazcılık anlayışı sonradan Epikür tarafından da benimsenmiştir. Dikkat çekici olan şey, Aristippos'un öğrencilerinin, sonuçta hocalarının ulaşmak istediği amaçtan kuşkuya düşmüş olmalarıdır.

Nitekim Aristippos'un öğrencileri arasında "Hegasias" adlı birisi vardır ki, ona ölümü bile inandırdığı için, "kandıran (kandırıcı)" ismi takılmıştır. Bu Hegasias'ın hareket noktası şudur: Sonunda eleme dönüşmeyecek hiçbir haz yoktur. Mutlu olmak için elemden kaçın, hazza ulaşmaya çalışın. Fakat bunu sağlamaya olanak yoktur. Çünkü yaşam böyle kurulmuştur. Bunun için yapılması gereken tek şey, gerek hazza ve gerekse eleme karşı, mutlak bir duyarsızlık durumuna geçmeye çalışılmaktır.

AKADEMİA

 Akademia Nedir?
- Kavramlar ve Tanımlar

Akademia, bir terim olarak milattan önce 387 yılında Platon tarafından bir felsefe okulunun ismi olarak kullanılmıştır. Bu terim, günümüzdeki "üniversite" kavramını oluşturan bileşenlerden birisi olan "akademi" terimine öncülük ve işaret etmektedir.

Akademia bir okul olarak ise Platon tarafından kurulan ve girişinde "Matematiksel olanı kavramamış olan, buraya girmesin! (Ageometretos medeis eisito!)" yazısı bulunan felsefe okuludur. Okulun girişinde bulunan bu metin, Akademia'nın matematiksel ve akılcı bir düşünceyle temellendirildiğine işaret etmektedir.


- Akademia Felsefesi, Akademia'nın Düşünsel Düzlemi


Platon, öğretmeni olan Sokrates'in izinden giderek batı felsefesini bugün bile şekillendirmekte olan önemli bir felsefe ekolünün kurucusu olmuştur. Bu ekol, aynı zamanda felsefe tarihinin en önde gelen okullarından birisi olan Akademia Okulu'nun ekolüdür.

Akademia ekolü, kuruluş döneminde materyalist düşünceye yönelmiştir. Daha sonraları, Arkesilaos ile birlikte okulun düşünsel yönü de "kuşkuculuk"a doğru kaymıştır. Bu dönemden sonra "Kuşkucu Akademia"nın en önemli düşünürleri olarak Arkesilaos ve Karneades ön plana çıkmışlardır.

- Akademia'nın Tarihsel Çerçevesi

Atina'nın kuzeybatısında, bahçeler içinde bir beden eğitimi okulunu satın alan Platon burada Akademia ismini vereceği okulunu kurmuştur. Platon aynı zamanda kendi felsefe yaşantısının en önemli dönemlerini de bu okulda geçirmiştir. Platon'un en önemli eserlerini hayata geçirdiği Akademia Okulu, daha sonraları Platon'un ardılları olan Arkesilaos, Karneades ve Larissalı Philton gibi filozoflar tarafından da yaşatılmış ve Platon felsefesini bütün düşünce dünyasına yaymıştır.

Akademia, yüksek düzeyli kapsayıcı etkisini batı felsefe dünyası üzerinde bugün bile bütün canlılığı ve güncelliğiyle hissettirmektedir.

Platon'a göre onun Akademia'da yetiştirdiği insanlar ileride Yunan şehirlerinde siyasi liderlik yapacak ve politika düzeleceklerdir.

Akademia Okulu düşünce dünyasında çok uzun bir sürece büyük bir önem arz etmiştir. Platon'un ölümünden sonra ise okul gerçek etkinliğini yitirmeye başlamıştır. Platon'dan sonra okulun liderliğini yürüten Speussippos, Ksenokrates, Krates gibi isimler Platonun felsefesine ek bir şeyler katamamışlardır. Daha sonraları, Arkesilaos'la birlikte okulun "Yeni Akademia" diye bilinen ikinci dönemi başlamıştır. Arkesilaos, doğruyu bilmenin olanaksız olduğunu söyleyerek Platon'un görüşleri ile taban tabana zıtlaşmış ve ona karşıt bir görüş ortaya çıkarmıştır.

Akademia, aynı zamanda "Akademos" olarak da bilinmektedir.

Bugün kullandığımız ''akademi'' terimi Akademia'dan gelen bilim ve sanat topluluklarını ifade etmektedir.

27 Mayıs 2011 Cuma

YUNUS BALIKLARI

Yunustaki Tasarım

Yunuslar ve balinalar diğer tüm memeliler gibi ciğerleri ile solunum yaparlar. Bu, onların su içinde iken balıklar gibi nefes alıp veremeyecekleri anlamına gelir. Bu nedenle nefes almak için düzenli olarak su yüzeyine çıkarlar. Başlarının üstünde hava alıp vermelerini sağlayan bir delik bulunur. Burası öyle tasarlanmıştır ki hayvan suya daldığında delik bir kapak tarafından otomatik olarak örtülür ve içeri su kaçması önlenir. Su yüzeyine çıkıldığında ise, kapak yine otomatik olarak açılır

Boğulmadan Uyumayı Sağlayan Sistem

Yunuslar her nefes alışlarında ciğerlerinin % 80- 90″ını havayla doldururlar. Oysa çoğu insan için bu oran ancak % 15″i bulur.Yunuslar için nefes almak insanlarda veya diğer kara memelilerinde olduğu gibi bir refleks değildir, iradeli bir harekettir.
Yani biz nasıl yürümeye karar veriyorsak, yunuslar da nefes almaya karar verir. Bu, hayvanın suda uyurken boğularak ölmemesi için alınmış bir tedbirdir. Yunus uykusu sırasında beyninin sağ ve sol yarım kürelerini yaklaşık on beş dakika arayla nöbetleşe kullanır. Bir yarım küre uyurken, diğer yarım küre yüzeye çıkarak hayvanın nefes almasını kontrol eder.
Yunusların ağızlarındaki gagaya benzer çıkıntı ise sudaki hareketlerini kolaylaştıran bir başka tasarımdır. Hayvan bu yapı sayesinde suyu daha iyi yarmakta ve daha az enerji harcayarak, daha hızlı yüzebilmektedir. Modern gemilerin burunlarında da yunus ağzına benzer bir çıkıntı vardır. Bu hidrodinamik tasarım, gemilerin hızını da aynen yunuslarınki gibi artırmaktadır.

Yunusların Sosyal Yaşamı

Yunuslar çok büyük gruplar halinde yaşar. Güvenli bir koruma için dişiler ve yavrular böyle bir grubun ortasında yer alır. Grubun hasta üyesi yalnız bırakılmaz, ölene kadar grubun içinde tutulur. Bu güçlü dayanışma bağı, yeni bir yavru gruba katıldığı ilk günden itibaren başlar.
Yunus yavruları önce kuyrukları dışarı çıkacak biçimde doğarlar. Bu sayede doğum tamamlanana kadar yavrunun havasızlıktan ölmesi önlenmiş olur. En son yunusun başı doğum kanalından çıkar çıkmaz, ilk nefesini alması için hızla su yüzeyine çıkarılır. Genellikle, yardım amacıyla anne yunusa bir başka dişi yunusda eşlik eder.

Anne yunus doğumdan sonra hemen yavrusunu emzirir. Süt emmek için dudağı olmayan yavru, annesinin karnındaki bir yarıktan çıkan iki süt kaynağından  beslenir. Bu bölgeye ufak ağız darbeleriyle dokunduğunda süt fışkırır. Yavru her gün onlarca litre süt içer. Bu sütün % 50″si yağdan meydana gelir (ineklerde ise sütün sadece % 15″i yağdır). Bu yoğun kıvam sayesinde, yavrunun vücut ısısını dengelemek için ihtiyaç duyduğu yağlı deri tabakası hızla oluşur. Hızlı dalışlar esnasında diğer dişiler yavruyu aşağı doğru iterek yardımcı olurlar. Ayrıca, yavruya avlanmayı ve sonarını kullanmayı da öğretirler. Bu yıllarca süren bir eğitim safhasıdır. Bazıları yıllarca sevdikleri bir aile üyesinin peşinden ayrılmazlar. 30 sene boyunca bu böyle devam edebilir.

26 Mayıs 2011 Perşembe

KIRŞEHİR DOĞAL GÜZELLİKLERİ

Kırşehir Doğal Güzellikleri 

Keişlik Mağarası (Mucur) Kırşehir Mucur ilçesi Yenice mahallesi’ndeki Keişler Mağarası büyük bir mağara olup, burada Keişler oturmasından ötürü bu isimle tanınmıştır. Mucur’a ismini veren Mücrimler ise yeraltı şehrinde yaşıyorlardı.


Aşılık Mağarası (Mucur)
Kırşehir Mucur ilçesinin 8 km. kuzeybatısında Köpekli Dağı yamacında bulunan Aşılık Mağarası tarihin erken dönemlerinde yerleşime sahne olmuştur. Mağara çevresinde bulunan çanak çömlek parçaları da burasının eski bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir. Ancak mağarada kimlerin yaşadığı bilinmemektedir.

Manastır ve Keşiş Sarayı Mağarası (Mucur)
Kırşehir Mucur ilçesinin doğusunda, volkanik tüften meydana gelmiş kayalar içerisinde Keşiş Sarayı ve Evi olarak tanınan 20-30 odadan oluşan bir mağara yerleşimi bulunmaktadır. Bu mağara yerleşiminin Hıristiyanlığın erken dönemlerinde kullanıldığı sanılmaktadır.

Mucur’un güneyinde Manastır ismi ile tanınan kayalara oyulmuş mağara evler bulunmaktadır. Bu evlerinde Hıristiyanlığın erken dönemlerinde kullanıldığı sanılmaktadır. Yaklaşık 20 evden meydana gelmiştir. Bu mağara yerleşimindeki evlerin her birinde yaklaşık 10 oda bulunmaktadır.

Seyfe Gölü (Mucur)
Kırşehir’in kuzeydoğusunda, Mucur’a 16 km. uzaklıkta bulunan Seyfe Gölü Orta Anadolu’daki tuz göllerinden birisidir. Gölün yüzölçümü yaklaşık 22 km2, denizden yüksekliği de 1080 m.dir.

Gölün çevresi yer yer sazlık ve bataklıktır. Kıyıya yakın sazlıklarda küçük adacıklar bulunmaktadır. Bu adacıklarda 187 kuş türü yaşamaktadır. Aynı zamanda burası su kuşlarının beslendiği, ürediği ve konakladığı dünyanın sayılı sulak alanlarından birisidir. Ayrıca gölde 320 bin adet flamingo barınmaktadır. Sonbahar aylarında ise ördeklerin konaklama yeri olan bu gölde çamurcunlar, pelikanlar, balıkçıllar, yağmurcular, kılıçgagalar, martılar, balabanlar, toylar, turnalar, sumrular ve kazlar da yaşamaktadır. Gölün çevresi leyleklerin de toplanma alanlarındandır. Yörede 480 bin kuşun birlikte yaşadığı tespit edilmiştir. Göl çevresinde yabani av hayvanları da bulunmaktadır.

Seyfe Gölü Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, 1990’da 1.derece sit alanı olarak ilan edilmiştir. Uluslar arası Kuşları Koruma Konseyi (İCDP) burada yaşayan 27 tür nesli azalan kuşu koruma listesine almıştır.


Hirfanlı Baraj Gölü (Kaman)

Kırşehir Kaman ilçesinin 19 km. kuzeybatısında, Kızılırmak üzerinde kurulan Hirfanlı barajı ve gölü aynı zamanda mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Hirfanlı barajı 83 m. yüksekliğinde, 15 km. genişliğinde ve 75 km. uzunluğunda olup, elektrik üretmek amacı ile 1960 yılında hizmete girmiştir.

Baraj gölünde sazan ve yayın balığı üretilmektedir. Göl çevresinde turistik tesisler ve Büyük Oba Plajı bulunmaktadır.

Kırşehir Çoğun Köyü’nün kuzeybatısında, Kırşehir-Kılıçözü Deresi üzerinde yapılan Çoğun Baraj Gölü 1970’lerin ortasında açılmıştır. Sulama ve su taşkınını kontrol amaçlı olarak yaptırılan baraj, 43 m. yüksekliğinde olup, toplam su hacmi 22.000.000 m3’tür. Baraj 238 km2’lik alanın sularını toplamakta ve aynı zamanda 2.068 hektarlık bir alanın sulanmasında yararlanılmaktadır. Ayrıca gölde başta aynalı sazan olmak üzere tatlı su balıkları üretilmektedir.



Kaplıca ve İçmeler
Kırşehir’in jeolojik yapısı volkanik olduğundan yörede zengin kaplıcalar bulunmaktadır.

Karakurt Kaplıcası (Merkez)
Kırşehir’e 18 km. uzaklıkta bulunan Karakurt Kaplıcası Selçuklu komutanlarından Kılıçarslan tarafından 1135 yılında, Selçuklu beylerinden Karakurt Baba adına yaptırılmıştır. Selçuklular döneminde burada türbe ve mescit yapılmıştır.

Kaplıca suyunun içerisinde eriyik halinde kalsiyum sülfat ve bikarbonat bulunmaktadır. Kaplıca suyunun sıcaklığı 50 oC dır. Günümüzde konaklama tesislerinin bulunduğu bu kaplıcanın suyu; romatizma, nefrit, nevralji ve kadın hastalıklarına; içme kürleri karaciğer, safrakesesi, mîde ve barsak hastalıklarına iyi gelmektedir.


Terme Kaplıcası (Merkez)
Kırşehir’in güneyinde Kuşdili Mevkiinde bulunan Terme Kaplıcası il merkezine 1 km. uzaklıktadır. Kaplıca suyunun sıcaklığı 40 oC olup, içme kürlerinde, karaciğer, yüksek tansiyon, safrakesesi, mide ve bağırsak hastalıklarına; banyo kürlerinde ise kalp hastalıkları, romatizma, nevralji, nefrit, kadın hastalıkları, sinir hastalıkları ve çocuk felci gibi hastalıkları tedavi etmektedir.Kaplıca çevresinde turistik konaklama tesisleri bulunmaktadır.

Bu kaplıca ile ilgili yöredeki bir söylenceye göre; bir kış günü Ahi Evran buradan geçerken abdest almak istemiş, Ahi Evran ve dervişleri tüm aramalara karşın su bulamamışlardır. Kış mevsimi olduğundan da sular donmuş, ırmaklar buz tutmuş. Abdest almak için su bulunamadığını Ahi Evran’a söyledikleri zaman; “Hiç merak etmeyin. Biz kendimize de, başkalarına da yetecek kadar su buluruz” diyerek asasını üç defa yere vurmuş. Ahi Evran’ın asası ile vurduğu yerden bir süre sonra sıcak sular fışkırmıştır.


Bulamaçlı Kaplıcası (Çiçekdağı)

Kırşehir Çiçekdağı ilçesine 4 km. uzaklıkta bulunan Bulamaçlı Kaplıcasının suyu içerisinde; sodyum klorür, bikarbonat ve radyum bulunmaktadır. Sıcaklığı 42 oC olan kaplıca suyu romatizma, nevralji, nevrit ve kadın hastalıkların tedavisine iyi gelmektedir. Kaplıca çevresinde konaklama tesisleri bulunmaktadır.


Mahmutlu Kaplıcası (Çiçekdağı)
Kırşehir’in kuzey doğusunda, Çiçekdağı ilçesinde bulunan Mahmutlu Kaplıcası büyük ve küçük hamam ismi verilen iki kaplıcadan meydana gelmiştir. Kaplıcanın suyu 63 oC’dir. Kaplıcanın banyo kürleri romatizma, nefrit, nevralji ve kadın hastalıklarına; içme kürleri mîde, barsak, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir. Ancak çevresinde tesislerin olmaması nedeni ile yararlanılamamaktadır.


Avcı İçmesi (Mucur)
Kırşehir Mucur ilçesine 15 km. uzaklıktaki Avcı Köyü’nde bulunan bu içmenin kükürtlü suyu tam olarak incelenmemiştir. Bununla beraber yöre halkı yaygın biçimde içmeden faydalanmaktadır. Yöre halkı bu içmenin mide rahatsızlıklarına iyi geldiğine inanmışlardır.


Mesire ve Dinlenme Yerleri
Kıriehir ili ve çevresi bağlık ve bahçelik olduğundan ötürü halkın piknik alanı olarak kullandığı yerler bulunmaktadır. Bunların başında Kındam, Ökse, İkizarası, Özbağ ve Karabacak gibi yeşil alanlar gelmektedir. Ayrıca Mucur ilçesinde halkın Kömü olarak isimlendirdiği kavaklık ve yeşil bir alan bulunmaktadır. Kaman, Çağırgan bucağında Japon Bahçesi, Suni Gölü de mesire ve dinlenme alanı olarak kullanılmaktadır.

Kırşehir il merkezine 27-30 km. uzaklıktaki Sıdıklı Büyük Oba Kumsalı, Yeşilli, Uzunali, Karaduraklı, Büyükoba köylerinin baraj kıyıları da doğal kumsallardır.Ayrıca il merkezine 50 km. uzaklıktaki Toklumen Köyü’nün baraj çevresi doğal plajlardır.

THOMAS AQUİNAS

                      Thomas Aquinas Kimdir? (1225 - 1274)                   Aquinalı Thomas: 1225-1274 yılları arasında yaşamış olan, ünlü Hıristiyan filozoftur.

Düşünce tarihinin tanıdığı en büyük kafalardan biri; Platon ve Aristoteles klasik dünya ya da Yunan felsefesi için neyse, Ortaçağ Ortaçağ felsefesi için o olan veya senteziyle, felsefenin Ortaçağda ulaştığı en yüksek düzeyi ifade eden Aquinalı Thomas her şeyden önce kendisinden önceki Hıristiyan düşünürlerin yapmış olduğu gibi, tutarlı bir teoloji geliştirmek, Kilisenin veya Kilise Babalarının öğretisindeki kimi çelişik unsurları ortadan kaldırmak ve Hıristiyan inancını sistemleştirmek işiyle meşgul olmuştur. Fakat Aquinalı Thomas’ın gerçekleştirdikleri, o aynı zamanda bir büyük filozof olduğu için, bundan ibaret değildir. Onun içinde yaşadığı ve Hıristiyanlığın hakim olduğu dünya bir süreden beri öylesine değişmiş ve genişlemiştir ki, Hıristiyan teolojisinin salt öte dünyacı şeması tatmin edici olmaktan çıkıp, önemli ölçüde yetersiz hale gelmeye başlamıştır. Yeni sanat formları, üniversitelerin doğuşu, doğa bilimine dönük ilginin ilk kez olarak zuhuru, İslam dünyasından yapılan çevirilerin ardından klasik dünyaya yönelik bakışın gözden geçinilmesine duyulan ihtiyaç var olan teolojik şemayı zorlamaya başlayınca, Aquinalı Thomas Hıristiyan dünya görüşünü yeni ilgiler ve bu ilgilerin doğurduğu yepyeni bilgilerle zenginleştirme ve geliştirme ihtiyacı içinde olmuştur. Başka bir deyişle, o Ortaçağ insanı XIII. yüzyıldan itibaren Ortaçağ karanlığından yavaş yavaş çıkmaya başlayıp, kültür ve uy­garlığını yeniden inşa eder ve dünyevi şeylere ilgi duymaya başlarken, teolojiyle felsefenin, iman ile aklın, Hıristiyan dünya görüşüyle klasik dünya görüşünün, çağının ihtiyaçlarına uygun düşen yeni ve sağlam bir sentezini yapmıştır. Thomas’a bu sentezinde en büyük yardımı, hiç kuşku yok ki Aristoteles ve felsefesi sağlamıştır.

Aquinalı’nın temel eserleri, Katolik inancının bir savunmasından oluşan Summa Contra Gentiles [Kafirlere Karşı], Tanrı’nın var oluşu, özü, sıfatları, insanın durumu, kurtuluşuyla ilgili alabildiğine ayrıntılı bir Skolastik Öğretiyi açımlayan, başyapıtı niteliğindeki Summa Theologica [Teolojiye Dair Savunma], De Principiis Naturae [Doğanın İlkeleri Üstüne], De Ente et Essentia [Öz ve Varoluş Üzerine], ve De Unitate İntellectus [Aklın Birliği Üstüne]’tur.

Siyaset Aquinalı Thomas, siyaset felsefesi alanında da Aristoteles gibi düşünür. Şu farkla ki, Aristoteles’in kent devletinin oluşturduğu genel çerçeve içinde düşündüğü ve insanın salt bu dünyadaki amacını dikkate aldığı yerde, feodal dönemin düşünürü olan Thomas, insanın doğal amacına ek olarak, onun Tanrı’ya olan yönelimini de dikkate almıştır. Bu bağlamda, insanı toplumsal bir hayvan, devleti de doğal bir kurum olarak gören filozof, insanın tinsel yaşamıyla ilgili konular söz konusu olduğunda, devletin Kiliseye tabi olması gerektiğini söylemiştir.

FENOMENOLOJİ

Fenomenoloji Nedir?
Bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere, nedensel açıklamalara ilişkin kavramlardan ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi. Fenomenolojinin kurucusu Alman düşünür Edmund Husserl’dir. Ona göre gerçek, Platon’un da ileri sürdüğü gibi, mutlak olmalıdır. Eş deyişle her nesnenin bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özelliklerin dışında, kendine özgü ve kendinde olan, her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır. Nesne, insanların değil, insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır. Fiziğin ürünü olmadığı gibi metafiziğin de ürünü değildir, kendi saltık(mutlak) yapısı içindedir. Gerçek, böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir. Husserl, bu savıyla tümüyle Platon’un savına yaklaşır.

Husserl’in biçimlendirdiği fenomenolojik yöntemin ilk adımı fenomenolojik indirgeme ya da epokhe’dir. Epokhe zihinsel edimlerin, bu edimlerle ya da dünyadaki nesnelerin varoluşuyla ilgili kavram ve ön kabullerden bağımsız betimlenmesini, olanaklı kılar. Fenomenoloji, Psikolojinin tersine zihinsel edimlerin nedenlerini, sonuçlarını ve bu edimlere eşlik eden fiziksel unsurları dikkate almayız. Ama bu süreçte nesneler bütünüyle ortadan kalkmaz. Çünkü incelenen nesne her zaman gerçek bir varlık olmayabilir, ejderhaların varlığın inanabilir ya da pembe fareler düşlenebilir, nesne gerçek dışı olabilir. Dolayısıyla zihinsel edimlerin betimlenmesi, nesnelerin de betimlenmesini içerir. Ama bu nesnelerin var oldukları varsayılmaksızın yalnızca birer fenomen olarak betimlenir.

Fenomenolojik yöntemin ikinci adımı, eidetik indirgemedir. Bu adım, bir nesnenin eidosunu(Yunanca da biçim) sezebilmeye, nesneyi olasılıklar ve rastlantılar dışındaki değişmez öz yapısı içinde kavramaya verir; böylece yalnızca belirli bir zihinsel edinimin değil onunla karşılaştırılabilir her türlü edimin eidosu sezilebilir. Örneğin görülen her nesnenin bir rengi, uzamı ve biçimi olmalıdır. Eidetik indirgeme yalnızca duyusal akıl ve nesnelerin incelenmesinde değil, matematiksel nesnelerin, değerlerin, ruhsal durumların ve arzuların incelenmesinde de kullanılabilir.

Fenomenolojik yöntem nesnelerin bilinişi sırasında bu nesnelerin kurulduğu ya da inşa edildiği süreçleri de dikkate alır. Örneğin bir ağacın görülmesi sırasında, ağacın değişik zamanlarda, değişik açılardan ve uzaklıklardan görülmesiyle çok çeşitli görsel deneyimler edinilir ama görülen şey gene tek bir kalıcı nesne olarak algılanır.

10 Mayıs 2011 Salı

Yüksek Topuklar / Murathan Mungan


Zaten yorgunluk benim genel halim. Bana, “Nasılsın?” diye soranlara, en sık verdiğim yanıtın “Yorgunum” demek olduğunu keşfettiğim günden beri, daha bilinçli olarak “Yorgunum”. Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle
geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum!

Ruh yorgunu...yum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum. Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtmaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum.”

29 Nisan 2011 Cuma

KALDIRIMLAR / NECİP FAZIL KISAKÜREK

KALDIRIMLAR

I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

II

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

NECİP FAZIL KISAKÜREK


















27 Nisan 2011 Çarşamba

Yöntem üzerine konuşma | DESCARTES


Sağduyu dünyanın en iyi paylaşılmış şeyidir: çünkü her kişi ondan çok iyi pay almış olduğunu düşünür, her şeyden çok güç hoşnut olanlar bile kendilerinde bulunan sağduyudan daha çoğunu istemeye alışık değildirler. Bu konuda herkesin yanılması olası değildir: ama bu daha çok aslında sağduyu ya da us denilen iyi yargılama ve doğruyla ya...nlışı ayırt edebilme gücünün doğal olarak tüm insanlarda eşit olduğuna tanıklık eder; böylece görüşlerimizdeki çeşitlilik kimilerinin öbürlerinden daha ussal olmasından gelmez, düşüncemizi değişik yollardan götürüyor ve aynı şeyleri düşünmüyor olmamızdan gelir. Çünkü iyi bir zihne sahip olmak yetmez, önemli olan onu iyi kullanmaktır. En büyük ruhlar en büyük erdemlere olduğu kadar en büyük kötülüklere yatkındırlar; ancak çok yavaş yürüyenler her zaman doğru yolu izliyorlarsa koşanlardan ve doğru yoldan uzaklaşanlardan daha çok ilerleyebilirler.

22 Nisan 2011 Cuma

HER ŞEY SENDE GİZLİ - CAN YÜCEL

HERŞEY SENDE GİZLİ - CAN YÜCEL

CAN YÜCEL HERŞEY SENDE GİZLİ şiiri şiirler siirleri güzel sozler
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını Kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir Gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin

CAN YÜCELCAN YÜCEL HERŞEY SENDE GİZLİ şiiri siir şiirler güzel sözler

20 Nisan 2011 Çarşamba

Kırşehir Tarihi

Kırşehir ilinin bulunduğu topraklar, târihte Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hititlerin toprakları içinde bulunuyordu. Hititlerin iç savaş ve iktidar kavgaları ile dağılıp yıkılmasından sonra bu topraklara Asurlular hâkim olmuştur. Persler M.Ö. 6. asırda bu bölgeyi istilâ etmişlerdir. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Persleri yenmiş, Anadolu ve İran’ı istilâ ederek Makedonya Devletine katmıştır. İskender’in ölümü ile bu bölge (Asya) Selevkos Devletinin nüfuzunda kalmışsa da fiilen bu bölge Kapadokya Krallığının olmuştur. Kapadokya Krallığı, Roma İmparatorluğunun hâkimiyetini tanımış ve bilahare Roma İmparatorluğu, Kapadokya Krallığı ile birlikte bu bölgeyi kendine bağlamıştır. M.S. 395 senesinde Romaİmparatorluğu Batı ve Doğu olarak ikiye bölününce bütün Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düşmüştür.

İslâm orduları yedinci asır ortalarından başlayarak Kırşehir bölgesine birçok defalar akınlar yaparak bu bölgeyi fethetmişlerse de devamlı olarak ellerinde tutamamışlardır. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bütün Anadolu gibi Kırşehir de, Anadolu Fâtihi ve Anadolu’da Türk Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah tarafından fethedilmiştir.

Bir ara Selçuklulara bağlı Danişmendoğulları bu bölgede hâkim olmuşlar ve 1120’de Selçuklulara bağlı bir vilâyet daha sonra Konya Selçuklularının bir vilâyeti olmuştur. On ikinci asrın ikinci yarısında şehir gelişmiş ve Anadolu’nun bağrında en büyük ilim ve kültür merkezlerinden biri hâline gelmiştir.

On dördüncü asır başlarında Kırşehir’de İlhanlı hükümdarları namına sikke kesilmiştir.

Kırşehir, Anadolu’da “Ahîlik” denen tasavvufî esnaf teşkilâtının en mühim merkezlerinden biri olması ile 14. asırda oldukça gelişmiştir. Meşhur Ahî Evren Kırşehir’e yerleşmiş, Mevlevî Tarikatı gelişmiş ve büyük mutasavvıf ve Türk şâiri Âşık Paşa burada yaşamıştır. Bu asırda müstesnâ bir kültür ve ilim merkezi olan Kırşehir’in şehir nüfûsu 180 bini bulmuştur.

On dördüncü asrın ikinci yarısında Kırşehir bir ara Eretnaoğullarına (Sivas’a) bağlanmış, sonradan Karamanoğullarının eline geçmiştir. Osmanlılar Kırşehir’i Birinci Bayezid devrinde 1381’de almışsa da 1402’de Timur Kırşehir’i alarak yeniden Karamanoğullarına geri vermiştir. Sultan İkinci Murad Han zamanında Osmanlılar yeniden Kırşehir’e hâkim oldular. Celâli isyanları Kırşehir’in gerilemesinde mühim rol oynamıştır.

Osmanlı devrinde Kırşehir, Konya (Karaman) Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 7 sancağından (vilâyetinden) birine merkez olmuştur. Kırşehir’in 4 kazası vardı. Cumhûriyetten sonra Kırşehir kendi adını taşıyan ilin merkezi, 1954’te Nevşehir, Kırşehir’den ayrılarak il olmuştur. Kırşehir ilçe olmuştur. 1957’de Kırşehir tekrar il hâline getirilmiştir.